Savaş ne kötü şeydir, savaşmak ne kadar berbat. Hep gözyaşı vardır, hep kan ile yıkanır meydanlar. Güç gösterisidir aslında bir anlamda. Biri diğerine; "Ben senden daha güçlüyüm!" der gibidir hep. Ama aslında bir güçlü yoktur ortada. Her iki taraf da güçsüz ve mağluptur. Biri diğerine boyun eğerek mağlup olur; öbürü ise kan döküp zalim olarak.
"Çünkü zalim olmak değildir zafer. Zalim olan da meydanda yüreğini kaybeder."
Ayrılık da bir savaş gibidir. Kendini güçlü zannedenin yüreğinde kurulur nefret siperleri. Güçsüz denilende ise fedakâr olma başlar. Aşk güçsüzün kalkanı olur, nefret siperlerinden ok gibi fırlayıp gelen sözlerin önünde kocaman durur.
Çaresi yoktur ayrılığın. Savaşa çare olunmaz, çare bulunmaz. Bir boyun eğeni olacak, yanında bir de zalim çıkacak. Güçsüz ne kadar fedakârlık yaparsa yapsın, aşkı ne kadar kalkanı olursa olsun güçsüzdür. Her güçsüzün yaptığı gibi boynunu eğer. Zalimse kendini galip sanar; ama bilmez ki savaşların kazananları yoktur yüreklerde. Savaşlarda hiçbir tarafın yüzü gülmez. Gözyaşı, acı ve hüzün ortak noktasıdır her harbin.
"Ayrılık da bir harp gibidir. Bir harp ki iki sevgilinin yüreğinde edilir."
Hasan BULUT
Posted via Blogaway
Blogum Dergisi "Ekim Sayısı" Yazım.
URL; http://issuu.com/blogum/docs/ekimsayisi/1 Sayfa 78-79
Bir ümit, yürek bekler,
Yoksun, atmaktan yorgun,
Bir haber, yürek özler,
Gel diye gözler yolun.
Kimler geçtiyse şimdi,
O güzel gözlerden,
Kimler girdiyse şimdi,
O gönülden içeri,
Alma gönül kapından,
Her kimse ki içeri.
Hasan BULUT
Posted via Blogaway
Onların var bir engeli üzmeden önce kimseleri; kimseden öte bazı kişileri...
Senin kaç kabahatin var özürlü? Kaçında diledin?
Tarçın’ı almadan önce katledilen Özcan ailesiyle ilgili bilgi toplamaya karar verdi Kerem. Ahmet’e Tüm yakınlarının araştırılmasını ve dosya edilip kendisine getirilmesini söyledi. Ahmet komiserinin emrini yerine getirdi. Ama pek araştırılacak, dosya haline getirilecek kişilere ve bilgilere ulaşamadı. Katledilen Özcan ailesinde Ali, annesi ve babasından geriye yalnızca bir kişi kalmıştı; Nevzat Bey.
Nevzat Bey, küçük Ali’nin dedesiydi. Torununu çok severdi. Yaşlıydı. Bu sebepten oğlunun evine pek sık gidemezdi. Genelde Ali’yi, eşi Leyla’yı ve Tarçın’ı alıp o ziyarete gelirdi babasını. Leyla çok kez söylemişti Nevzat Bey’in bir huzurevine yatması gerektiğini; ama Ecevit bunu hiç kabul etmezdi. Belki de kabullenmezdi. Huzurevleri onun gözünde korkutucu bir yerdi; Belki…
Nevzat Bey aşkı iyi bilirdi. Sadık bir aşıktı. Eşi Nalan Hanım’ı canından öte severdi. En ufak bir kırgınlığa sebep olmamış, aşık olduğu kadına bir kez olsun sesini bile yükseltmemişti. Onu kaybettiğinde Nalan değil; o ölmüştü sanki. O gitmişti…
Komiser Kerem duyunca şaşırdı önce. Koskoca bir soyadın arkasında küçücük bir aile olması. Bu küçük ailenin de kalpsizliği büyük biri tarafından yok edilmesi onu daha da üzdü. Tarçın’ı alıp teslim etmek için Nevzat Bey’in evine gitti. Kapıyı çaldı, çaldı, çaldı… Nevzat Bey yaşlıydı. Duymuyor olabilir diye düşündü. Tekrar çaldı ve çaldı. Ama yok. En ufak bir kıpırtı, bir ses yok. Endişe sardı komiser Kerem’i. Hiç tanımadığı, tanışmadığı bir adam için endişelendi. Ahmet’i aradı. Kapıyı açtırdılar. İçeri girdiklerinde koca bir sessizlik vardı. “Çok sessiz değil mi?” Dedi Kerem. “Sanki kimse yaşamıyor gibi.”
Tarçın birden koştu. Nevzat Bey’in odasına girdi. Onları da oraya çağırır gibi havladı 3 kez. Kerem ve Ahmet hemen yanına gittiler. Ama inanamadılar gördüklerine. Özcan ailesinin kalan son üyesi, son bireyi Nevzat Bey kanlar içinde yerdeydi. Elinde bir beylik tabancası… Tarçın yanıbaşındaydı Nevzat Bey’in. Ona veda eder gibi durdu, eğdi başını. Ona bir şeyler söylüyor gibi mırıldandı. Acı çeker gibi; ince ince…
İyi ama zaten ömrünün sonlarına gelmiş bir adam, neden böyle bitirmek istesin bunca yıl yürüdüğü hayat yolunu? Çok düşündürdü bu ölüm Kerem’i. Düşün düşün işin içinden çıkamadı. Ortada aynı aileden bir intihar, bir katliam, 5 kurşun ve 1 silah vardı. Nevzat Bey’in elindeki silah olay yerinden inceleme için götürüldü.
Yılların kazandırdığı tecrübesi ile olay yerini gözden geçirdi komiser. Cesetin etrafında gezindi, kurşunun kafaya saplanma açısına baktı; "İntihar." dedi. Ona göre Nevzat Bey’in intihar ettiği kesindi. Kerem kafasında bir sonuç elde etmiş gibiydi. Ona göre; Nevzat Bey, eşinden sonra geriye kalan, sahip olduğu o küçük aileyi kaybetmenin acısını kaldıramamıştı. Dayanamayıp intiharı seçmişti. Buraya kadar her şey Kerem’in düşüncelerine uyuyordu. Taa ki Küçük Ali’yi de hedef alan kurşunların balistik incelemeyle Nevzat Bey’in silahından çıktığı anlaşılana kadar…
İnanamadı Kerem. “Nasıl olur?!” diye bağırıp duruyordu kendine, Ahmet’e. Elinde kalan tek varlığı, kendi soyadını taşıyan, bireyi olduğu bir aileyi nasıl yok edebilirdi bir adam? Nevzat Bey bunu nasıl yapabilirdi?
Hasan BULUT
Posted via Blogaway
Komiser Kerem olay yerine ekipten bir süre sonra geldi. Olanlar hakkında bilgi aldı. Kim olduğu bilinmeyen bir adamın, gecenin bir saati, bir eve gelip küçük bir aileyi katlettiği oldu bütün öğrenebildiği. Eve girdi. Olay yerinde hala dün gece yaşananların izi tazeydi. Kapıdan içeri adım atar atmaz o küçücük bedeni gördü. Yüzüne baktı. Ağlamıştı. Yanaklarında ufaktan bir iz bırakmıştı bembeyaz yüzünde o baharın yeşili gözlerinden akıp süzülen tuzlu gözyaşı. Dayanamadı Kerem. Yıllardır yürüttüğü, sayısız ceset, kurşun ve kesik izleri gördüğü mesleğinde bu defa tutamadı kendini. Gözleri doldu; ama ağlamadı. Ağlayamazdı ki. Koskoca komiser, hiç ağlar mı, göz yaşı döker mi hiç? Duygusu olmaz ya hani. Hani onlar sert görünümlü, kalpsiz adamlar ya! Hani işleri hep cinayetler, işleri hep cesetlerdir ya!
Olay yeri ekibine sinirinin etkisiyle; "Ne zamandır ışık altında kan izi taraması yapılıyor?" dedi. Bir memur; "Yeni geldik komiserim. Geldiğimizde açıktı." O eğilip Ali'nin yüzüne bakarken olay yerine ve kurbanlara ait bilgiler veriliyordu kulağına; "3 ceset. Biri erkek, 1.80 boylarında, kumral. Diğeri bir kadın. Esmer, 1.70 boylarında. Sonuncusu..." diye devam edecekken ekipten bir memur, sert bir şekilde kesti sözünü komiser; "Yeter!"
"Hepsinin ölümü neredeyse aynı şekilde komiserim. Göğüse tek kurşun. Tahminlerimiz önce anne ve babanın vurulduğu. Kurşunlar köpek ve çocuğa sıkılan kurşunlardan daha isabetli ve kritik. Ardından rastgele iki atış olmuş. Çocuk ve köpek o esnada vurulmuş. Bir boğuşma olmuş olabilir. Burdan yola çıkarsak; katilin tek başına hareket ettiğini ve bu işte yalnız olduğunu söyleyebiliriz komiserim."
"Rapor halinde masamda istiyorum." dedi Kerem.
Mermi kovanları toplandı. Balistik incelemeye gönderildi. Komiser Kerem evine döndüğünde tek istediği o gaddar, aşağılık herifin bulunmasıydı. Tek umudu o mermilerin çıktığı silahın daha önce kullanılmış olmasıydı. Bütün gece gözlerinin önünden gitmedi küçük Ali’nin yüzü. Küçük kalbinde açılan o yara. O yaranın acısına direnirken akıttığı gözyaşları… Nereye baksa gözlerinin önündeydi sanki. Sabaha kadar uyumadı, uyuyamadı. Kurdu kafasında o geceyi. Her başa aldığında içi bir kez daha yandı. Her seferinde bir kez daha vurdu sanki Ali'yi. Bu onun üzüntüsünü, sinirini katlandırıyordu içinde. Bütün kurguları bir araya getirdi tekrar. O geceye gitti. Katilin yerinde sanki o varmış gibi. Mırıldanıyordu bir yandan;
"Saat çok geç. Sokakta göze çarpabilecek cani bir adam. Görülmemiş olabilir eve apartmana girerken. Ama işini iyi yaptığını düşünürsek, bu herif caniliğini toplum içinde saklayabilmekte de iyi olabilir. Normal biri gibi girdi belki içeri. Yukarı kadar çıktı. Daireye ulaşana kadar eldiven takamazdı. Muhtemelen asansörü kullanmadı. Asansör kapısında bırakacağı parmak izi yüzünden yakalanmak istemezdi böyle büyük bir katil. Böylelerinde egoist davranışlar en üst düzeyde olur! Kapıyı nasıl açtı? Nasıl açtı?" Delirmiş gibiydi Kerem. Hızlı hızlı tekrar edip durdu. Elinde 4 kurşundan gelecek balistik raporundan başka bir şeyi yoktu çünkü. Bir katili oynayıp olayı çözmeliydi. Gelirken getirdiği hüznü ve isyanını da koydu ceketinin cebine, geldiği gibi çıktı tekrar evinden. Bu cinayetin peşini bırakmamaya söz verir gibiydi yüzü.
Olayın yaşandığı eve girdi. Oynatmaya başladı kafasında o geceyi ve oynamaya; "İçeri girince ne yaptı peki? Köpeği görmedi başta. Çabucak yatak odasına gitti. İki kurşun. Biri babaya biri anneye. Köpek üzerine geldi. Birden tepki verdiği için nişan alamadı. Köpek de çabuk davranıyordu. İki defa ateş etti üst üste garanti bir vuruş yapmak için. Belki de köşeye sıkıştığından. Çocuk o sırada her şeyden habersiz çıkmıştı odasından. Kurşunlardan biri köpeğin karnına diğeri de küçüğün tam kalbine geldi."
Belki de istemeden vurdu diye düşündü Ali'yi. Küçücük bir çocuk. Köpek için indirilen namlu, Ali'nin boyuna da ancak inebilirdi. Bu düşüncelerden kafasını sallayıp kurtulmaya çalıştı. Her ne olursa olsun. O bir katildi.
"Çocuk vurulduğunda bir eli salonun ışığını açan düğmedeydi. Yere düşerken açıldı. Bir çocuğu vurduğunu görünce panikledi mi? Yoksa fazla vakit kaybettiğinin farkında mıydı? Arkasında düşen köpeği unutup koştu. Belki de öldü sandı. Ama peşinden apartmanın kapısına kadar kovaladı onu belli ki." Sahipleri için o yara ile iki kat aşağı koşan, katilin peşine düşmüş o köpeği düşününce duyguları yine kalbini karıncalandırmaya başladı. Daha fazla bulunamadı orada.
Karakola döndü. Masasına oturdu. Tek umudu olan balistik sonucunu istedi yardımcısı Ahmet’ten. Umut vardı belki ama Ali'nin o minik bedeninden bile küçük bir umut. Kerem böyle birinin burda hata yapmayacağını biliyordu.
Ahmet raporu getirdi. Onun da yüzünde sinir ve hüzün hakimdi. Bu cinayet herkesi derinden etkilemişti. Cinayet değil bu seferki; bir aileyi yok eden kanlı bir katliam sanki. Gözlerine yansıyan o duygularla bıraktı raporu Komiser Kerem’in masasına. Göz göze geldiler komiseriyle. Kerem bir sonucu varılmadığını anlamıştı Ahmet’in gözlerinden. Yine de görevi, son kişi olarak o rapora bakmaktı. Rapora baktı ve tescil etti. Silah ile ilgili daha önce hiçbir kayda rastlanmamıştı. “Bu nasıl insan Ahmet? Hiç mi için acımadı be adam!” dedi. Konuşmak sanki içindeki öfkeyi bastırmaya yetecekmiş gibi.
O anda bir memur girdi içeri. Müsaade isteyip getirdiği haberi söyledi komiserine;
“Köpek uyanmış komiserim.”
Hasan BULUT
Posted via Blogaway
Posted via Blogaway
“Ben değil ulan; Biz!”
duruyorsun; sanki gidecek çok yer varmış gibi. Aynalara bakıyorsun; ama sen değilsin sanki. Başkası var. Başkasını görüyor gibisin. Hep özlediğin biri işte. Gecelerde izlediğin o ışıl ışıl yıldızlarda; derin bir
hasretle uykusuz kaldığın halde, yastığa başını koyduğunda duvarlarında gördüğün birisi. O işte. Aşık olmak işte. Aşık olmak isterse insan; tanımaz, bilmez onu. Sadece sever. Bir an, bir an birden bire sever işte. Sonra bir de bakmış aşık olmuş.
Aşık olmak ile aşk olmayı karıştırmamalı. Aşık olmak kolay. Birini sevdikten sonra yapman gerekenler; özle, sevdiğini söyle, peşinden koş, yalvar, ağla, mutsuz ol. Bir şey daha var; onunla çok, çok fazla mutlu olma hayalleri kur. Kurdun mu? Tamam şimdi onların hiçbir şekilde gerçekleşmeyeceğini öğret kendine, hayat onsuz anlamsız olsun. Acılar çek; hiç çekilmemiş olanlarından. Bunları yaptın mı? Artık aşıksın o zaman.
Peki aşk olmak ne?
Aşk olmak birlikte özlemektir, hiç beklenmedik bir zamanlamayla aynı anda “seni seviyorum!” deyip gülebilmek, her buluşmada aynı hasretle birbirine koşmaktır, beraber yalvarmaktır sonsuz olsun diye, birlikte ağlayıp yalvarmak, sen mutsuzken onunda mutsuzluğunu hissedebilmesidir. Acılar yok olacak değil aşk oldu mu, acıyacak; ama aşık gibi acı çekmeyeceksin bir başına, birlikte canınız yanacak onunla. Birbirinizin saracaksınız yaralarını. Birlikte çok daha mutlu yarınlara söz verebilmektir aşk olmak; kader yalanına inat hep birlikte olmak.
Aşık olma yada bekleme aşık olmasını, bırak aşk olsun…
Hasan BULUT
Posted via Blogaway
Bir an öyle aklına gelirsem eğer. Hani olur da beni özlediğini hissedersen bir an. Söyleme bana tamam. Sen özle beni, özle yeter. Uzak düşersin benden. Tamam hiç haber etme senden, olur. Ama oralarda unutma beni sevdiğim. Unutma. Güzel gözlerinin önüne gelsin çirkin yüzüm. Hiç düşünmeden. Aklından bile geçirmeden, kalbinden geçip gelsin, dudaklarından dökülsün o 2 kelime; “Seni seviyorum.” De kendi kendine. Söylemesen de olur. O bana yeter. Korkuyorum çünkü. Korkuyorum yüreğimin yıkılan hayallermin altında kalmasından. Her an birlikte olmayı arzu ettiğimiz hayallerin.
Umursama beni istersen, aldırma bile,
Ama ben kalayım kalbinde,
Şöyle küçücük, ufacık bi’ yerinde.
Hasan BULUT
Posted via Blogaway
Her sevenin içinde olan bir arzudur. Her aşığın içinde olan.
Bu arzu içinde varsa eğer senin de; her şeyi yapacaksın sevdiğin için, aşkın için. Gerekirse kapısında da yatacaksın. Ne var ki bunda? Bi' köpek değilsin ki sen. Bi' bekçi değil ki; Aşıksın sen. Cefalar çekeceksin, üzüleceksin, ağlayacaksın, yanacaksın çoğu zaman aşkı ile. Ama sıkılmayacaksın, hatta mutlu bile olacaksın yandığına; Çünkü onun aşkının ateşi seni yakar da sen karanlıklarım aydınlanır sanırsın...
Aşkının odudur yakan içimi,
Yanar yüreğim, ateşi sönmez,
Yanar, yanar kurumuş dal gibi,
Rüzgar estikçe harlanır, küle dönmez...
Geçmeyeceksin kendinden. Her dert gelir geçer bir gün, sen her dertten geçersin, ama kendinden geçmeyeceksin. Seversin, aşık olursun belki bir gün. Belki üzülürsün yine, bir ton dert tasa çekersin, kavgalar edersin. Pişman olursun, keşke dersin. Keşke dersin ama geri getiremezsin hiçbir şeyi , hiçbir şey olmaz eskisi gibi. Sen yine kendini seveceksin, kendinden geçmeyeceksin. Ama seversen, aşık olursan belki bir gün, işte o aşık olduğun sen; sen o aşık olduğun olursun. O kendin; sen kendi olursun onun. Kavgalar, pişmanlıklar, keşkeler, hiçbiri üzmeye, mutsuz etmeye değmez kendini. Seveceksin; ama gitmeyeceksin, geçmeyeceksin kendinden.
Yok arkadaş,
Yapamazsın “O”nsuz. Yaşanmaz ki hayat. Bir “O” bulacaksın, hayatını yaşanır kılacak. Her adını duyduğunda sana seslenirler gibi kulak kesileceksin. Her anlatılanı duymak isteyeceksin. Onun adının geçtiği her cümleyi kelime kelime duymak. Onu gördüğün zaman, gözleri seni alıp götürecek bambaşka yerlere. Ah bir de o seni görürse, görürse gözlerine dalgın bakışlarını. Bakıp bakıp gittiğini başka yerlere. Gözlerinin içine bakarsa bir. İşte o zaman erir bitersin. Damarlarında akan kanın her damlası gibi, akar gidersin. Yok arkadaş, aşık olacaksın. Hayat sana bunları tattırmaz. “O”nda tadacaksın hepsini.
Ah arkadaş,
Bana bunları yazdırana baksana. Eğer gereği buysa, yazacaksam her satırda aşkımı, aşkım yazdıracaksa bana bu satırları; varsın yazdırsın, ben yazarım yeter ki aşkım bende kalsın. Bu ömrü güzel yapan aşk benle kalsın. Şimdi düşünüyorum da bir zamanlar o aşka inanmayan herif ben miyim? Vay arkadaş!
Hasan BULUT
Posted via Blogaway