Bir anlık
aydınlandı Ali’nin yalnız olduğu odası. Bir anlık mavimsi, onu korkutan bir
aydınlıkla. Kısık gözlerle uyumaya zorluyordu kendini. Ama o ışık yattığı
yataktan doğrulttu onu. Yanı başındaki pencereden dışarı baktı küçük Ali. Belki
3, belki 5 yaşındaydı. Ama yüzünden anlaşılıyordu bu mavimsi ışıkla ilk kez
tanıştığı. İlk kez görüyordu onu gökyüzünde bu kadar hırçın bu kadar kızgın…
Birden kayboldu gökyüzünden o mavi, hırçın ve kızgın ışık. Bir gürültü koptu
gökyüzünde en şiddetlisinden. Yatağında, yüzünde hissedilir bir tedirginlikle
uyumaya çalışan Ali sarsıldı. Çok korktu. Giderken kapıyı sertçe vurmuştu
anlaşılan bu mavi ışık.
Hemen koştu Ali.
Karanlıktan çok korkmuştu. Koşup odasının ışığını açtı. Kapıdan çıkıp 5 adım
ötedeki odaya, anne ve babasının yanına gitmeye cesaret edemedi çünkü. Önce
aydınlığa koştu; onu korkutan karanlığın karşısında.
Işık açılınca
durdu 1-2 dakika. Düşündü. O şey de neydi öyle? Neden kızmıştı bu kadar, neye?
Mavi ışığın karanlıkla kavgası gibiydi sanki bu. Önce parladı bir alev gibi;
ama mavimsi. Sonra çekip gitti bağıra çağıra, vurdu kapıyı çıktı. Karanlık
kaldı yine gece ile. Ayrılan kim olursa olsun, ayrılık mutlu etmez ki ikisini
de. Karanlık da mutlu olmadı bu ayrılıktan, olamadı. Önce ufaktan düştü
damlalar derinliklerinden yeryüzüne, sonra kendinden geçti sanki. Durmadan
ağlıyor gibiydi. Hiç durmadan.
Ali camdan
baktı. Karanlık, derdini ona anlatmak ister gibi odasının camına döküyordu
yaşlarını. Dinler gibi oturdu yatağına, cama baktı baktı durdu. Birden
Tarçın’ın sesi geldi. Havlıyordu. Tarçın’ın geceleri havladığı görülmemiş bir
şeydi. Karnı aç bile olsa, başı dertte bile olsa, yaralanmış olsa yardıma
ihtiyacı bile olsa havlamazdı o. Yine bir korku sardı içini küçük Ali’nin.
Tarçın neden havlıyor diye düşünürken o ses geldi yine. Yine aynı şiddetinde,
yine aynı gürültüsünde. Yine hırçın, yine kızgın o ses. Ama bu defa
aydınlatmadı geceyi. Karanlıkla dosttu artık Ali, sırdaştı. Derdini dinlemiş
sıkı bir dost. Korkmadı bu defa. Kapısını açıp daldı karanlığa. Tedirgin
yürürken, gözlerini kısmış karanlıkta ne olduğunu anlamaya çalışırken bir daha o
bağırış, o çığlık… Bir daha… Ve sonra bir daha… Sonuncusunu çok yakından
hissetti. Sanki yüreğine işledi bu son çığlık. Bu son hırçın ve kızgın ses. Bir
hamleyle açtı salonun ışığını küçük Ali. Açtı ve yere düştü. Karşısında ona
tarifi edilmez bir yüz ifadesiyle bakan bir adam gördü. Hiç tanımadığı bir
adam. Ne babasının ne de annesinin arkadaşına benziyordu. Bir acı hissetti.
Küçük elini göğsüne götürdü. Gezdirdi küçük kalbinin üstünde. Bir sıcaklık
hissetti tam da orada. Eline baktı. Kırmızıydı. Kan kırmızı.
Sanki bu kez
ayrılığı tadan Aliydi. Parıldayan ışığa baktı. Bir şey söyleyemedi. Sözler
düğümlenmişti sanki boğazında. Aydınlık karanlığa dönüştü yavaş yavaş. Onu terk
etti. Kapanırken gözleri, ufaktan düştü yaşlar yanaklarından. Aydınlıktan
koparken dostu karanlık onu çağırdı yanına. Kapattı gözlerini karanlığın yanına
gider gibi…
Ali, annesi ve
babası… Hepsi tek tek düştüler yere. Ayakta kalan biri vardı sadece. Tarçın.
Tarçın havladığı anda eve giren adam telaş edip korkuyla bir köpeğe ateş
edebilecek kadar yüreksizleşmişti. Tarçın’ın o cesur yüreği, havlayışındaki o
korkusuzluk karşısındaki adamı yüreksiz, korkak biri haline getirmişti. Bu
kesindi.
Yaralanmıştı
Tarçın. Ama hala koruma ve sadakat duygusu içinde, en yukarıdaydı. Acısını bir
kenara itti sanki. Düştü kaçan korkağın peşine. Koştu koştu koşmasına ama en
nihayetinde yaralıydı. Elinden gelen son şey onu sol ayağından ısırmak oldu.
Bırakmadı onu. Sıktı çenesini… Yarasının kanaması git gide artıyordu.
Dayanamadı. Düştü yere. Kaçtı yürek yoksunu. Kaçtı korkarak, seke seke… Tarçın
kanayan yarasına rağmen kendini değil ailesini düşünüyor, suçluluk duygusu
hissediyor gibiydi. İnce bir sesle ağlar gibi oldu sanki. Son bir güçle kalktı
düştüğü yerden.
Gecenin ilk
saatlerinde. Yağmur gereğinden çok daha fazla yağmış. Sokaklarda kaldırımlar,
gelen selle birlikte sanki yok olmuş gibi suyun altında kalmıştı. Yuvası,
sahibi olmayan bir köpek var dışarıda. Yaralanmış belli, karnında açılmış koca
bir yara var, akan kanı kızıla boyamış ayaklarını. Yağmur onu hiç umursamadan
yağmaya devam ediyor, su bir düşman darbesi gibi vuruyor sırtına, dalga dalga…
Titriyor. Belli ki üşümüş. Direnmeye çalışıyor suyun üstüne üstüne yürürken.
Yürüdü, yürüdü… Sonunda bir kapının önüne atabildi kendini. Belki de orasıydı
evi.
Özcan Ailesi o gece sebebi bilinmez şekilde saldırıya uğradı. Polis olay yerine
geldiğinde ölmek üzere olan bir köpekten ve mermi kovanlarından başka bir şey
bulamadı. Tek umutları bu köpekti belli ki. Onu tedavi ettirdiler. Uyandığında
neler havlayacak, kim bilir onları nereye götürecek!
Hasan BULUT
0 yorum:
Yorum Gönder