26 Eylül 2012 Çarşamba 0 yorum

Gönül Kapısı

   Bir ümit, yürek bekler,
   Yoksun, atmaktan yorgun,
   Bir haber, yürek özler,
   Gel diye gözler yolun.

   Kimler geçtiyse şimdi,
   O güzel gözlerden,
   Kimler girdiyse şimdi,
   O gönülden içeri,
   Alma gönül kapından,
   Her kimse ki içeri.

Hasan BULUT


Posted via Blogaway
23 Eylül 2012 Pazar 0 yorum

Dost

   Anılar yıpratıyor her bir bakışta, her bir seste beni. Her köşede hep bir yaşanmışlık var senli. Hep bana özletmeye yetecek kadar seni. Geçtiğin bir yoldan geçerken, yürüdüğün bir sokakta yürürken attığın her adım gelip yüreğimin orta yerine oturuyor sanki. Yüreğimde karış karış dolaşıyorsun gibi. Adın zikrediliyor sanki her bir sözde. Yada ben adını duymaya çalışıyorum her sözde hep bir hevesle...

   İsminin aydınlığından mıdır, temizliğinden mi bilmiyorum, her yerde seni okuyorum; "O" eczanesi, "O" pastanesi, "O" kırtasiye, "O" sokak...

   Nereye baksam seni görüyorum karşımda. Her şey seni görmemi sağlıyor sanki bana inatla. Bir gün; "Unut!" dedi zor gün dostlarından biri. Dinledim, unutmayı denedim. "Sev!" dedi dost. Sanki sevince hepsi bitecekmiş gibi. Dinledim, denedim de sevmeyi; beceremedim... Hangi güzelin gözlerine baksam; senin gözlerin parladı yine. Hangisinin saçlarını okşasam; kanadı senin saçlarına alışmış avuçlarım. Öptüğüm dudaklarda yandım; senin dudakların olmayınca. Yapamadım, kimi sevmeye çalıştıysam ben seni gördüm. Seni gördükçe tekrar sevdim; unutamadım.

   Her yerde o varken ben yapamadım.
   "Olmadı dost; ben onu unutamadım."


Hasan BULUT
20 Eylül 2012 Perşembe 0 yorum

Küçük Ali
"Katil Kim?"

   Kerem, Nevzat Bey'in katil olduğuna inandıramıyordu kendini. Olayı kafasında tekrar yaşatıyordu. Kendi kendine düşünüyordu; "O bunu yapamaz. Kendi soy ağacında kalan son yaprakları koparıp atamaz. Hem Nevzat Bey çok yaşlı. Özcanlar ile kendi evinin arasındaki mesafeyi gecenin bir yarısında yürüyecek gücü olamaz. O yağmurun altında düşer kalır."

   Ertesi gün bir görgü tanığı geldi komiser Kerem'in odasına. O gece olan biteni mahalleli konuşurken duymuş ve öğrenmişti. Kerem;  "Anlat bakalım. Ne gördün, neye tanık oldun?" diye sordu. Kıvırcık saçlı, orta yaşlı, uzunca boy ve kahverengi gözlü adam anlatmaya başladı; "O gece söylenen saatte evimin salonundaydım. Televizyon izliyordum. Daha önce hiç duymadığım kadar sert bir ses ile gürlüyordu gök. Dışarı bakmak için cama yöneldim. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Bir adam çarptı o dakika gözüme. Arkasında da bir köpek. O kaçıyor; köpek kovalıyordu. Tam penceremin önünde yakaladı adamı. Tuttu paçasından ısırdı. Adam kurtulmak için çabaladı. Bir tekmeyle köpek yere düştü. Sanırım yaralıydı; ama o da adamı yaralamış görünüyordu. Sekerek uzaklaştığını gördüm adamın. Sol bacağı aksıyordu."dedi. Kerem sormaya devam etti; "Yüzünü görebildin mi?" dedi. "Çok karanlıktı komiserim. Dışarıda bir adam ve bir köpeğin olduğunu görebildim sadece." Sorular öyle devam etti. Artık Kerem'in elinde; Tarçın'ın diş izinin olduğu vücuda sahip bir adam vardı.

   Tanığın verdiği ifadeden sonra Nevzat Bey'in bu katliamı yaptığına artık hiç inanmiyordu komiser. Cesedinde olması gereken o diş izlerini kontrol etmek için gitti hemen. Kafasında açılan derin mermi boşluğu ile tekrar gözlerinin önüne getirdiler Nevzat Bey'i. Bacaklarını görmek istediğini söyledi. Yüzü kapatılıp bacakları açıldı. İçinde bir dua, bir dilek gibi o diş izlerini görmemeyi umut etti. Derin bir nefes aldı. Tedirgin baktı Nevzat Bey'in vücuduna. Yavaşça göz gezdirdi... Büyük bir huzur ile verdi; aldığı derin nefesi. Hiçbir yara izi yoktu vücutta. Nevzat Bey aranan katil değildi. Peki ama neden intihar etti? O silah o gece nasıl katilin eline geçti ve kullanıldı?


Hasan BULUT
4 Eylül 2012 Salı 0 yorum

Kaç Kahabat Var Özürlü?


   Fazlasıyla üzüyoruz kimseleri; aslında bizim için kimseden öte kişileri...

   Evet; insanoğlu zeki, insanoğlu ayrıcalıklı. O düşünür, o tasarlar, o yapar. O bahşedilen aklını
tasarımına yaraşır şekilde kullanır; ama aklının harikalığına kapılıp umursamadığı, aklından çıkan
ve bundandır kullanmayı pek beceremediği bir de kalbi vardır insanoğlunun.

   Her şeyi aklına danışır o zeki yaratık. Hep aklına yatanı yapmaya çalışır. Kalbi unuttu mu akıl, hep bir bencil çalışır, hep bir menfaatçi. En ufak bir karışıklıkta, bir kavgada onu düşünmeyen biri hep haksız olur. Ona hak vermeyen, onu haksız gören herkes haksız. Öyle bencil olur ki bazen, bütün kalbiyle ona sevgisini sunan bir insanı kendisi gibi düşünmediği için yargılar, düşüncesiz görüp bir kenara atar; sevginin kıymetini bilmez çünkü. O, kalbini aklının ona anlattığı kadarıyla bilir. Ve aklı hep ona aynı şeyleri söyler kalbi hakkında;

   “Sadece seni ayakta tutar o dört odalı; başka bir işe yaramaz.”

   Çevremizde engele sahip insanları görünce -Adına engel demişler; dünyada engellerin olmadığını bilmeden- onlara bir başka bakıyoruz, bir farklı yere koyuyoruz. Özür sahibi diyoruz utanmadan, onlara bir özür borçluyken. Onları sanki elinden bir iş gelmeyen, sanki akıl sahibi olmayan, düşünemeyen biri gibi görüyoruz. Hani her şeyimiz oldu ya bizim maddiyat, hani sadece mantıklı düşünmek ile sürdürüyoruz ya hayatımızı. O kişileri atıp bir kenara görmezden geliyoruz insanoğlunun doğumunda aklıyla birlikte gelen iğrenç üstünlük gösterişiyle. Hiç düşünmüyoruz ama onların kalbini bizden çok daha üstün beceriyle kullanabildiğini. O etrafa safça bakan, tertemiz gören gözlerini saflıktan ya da zekalarındaki gerilikten öte görmüyoruz. Oysaki onlar bizden çok daha insanlar. Kalbini aklından yüce gören varlıklar onlar. Aslında o gösteriş en çok onların hakkı eğer bilmiyor olsalar kötülüğünü, kalpleri alabilse o kötülüğü. Bilinse eğer kocaman kalplerinin ihtişamı; o ihtişam ki yerle bir eder aptalca gösterişlerimizi. 

   Tamam,
   Onların var bir engeli üzmeden önce kimseleri; kimseden öte bazı kişileri...
   Onların kabahatinden önce var bir özrü.
   Peki sen söyle duygu yoksunu, akıl düşkünü;
   Senin kaç kabahatin var özürlü? Kaçında diledin?

Hasan BULUT
 
Başka Nerde Yazar ki Bu Adam?

;